Kuran-ı Kerim

Sâffât Suresi

Kuran-ı Kerim’in 37. suresi Sâffât Suresi, Mekke’de nazil olmuştur 182 ayettir. Sâffât Suresi Arapça-Türkçe okunuşu ve Meali ve Fazileti

Kuran-ı Kerim’in 37. suresi olan Sâffât Suresi, Mekke’de nazil olmuştur ve 182 ayettir. Sâffât Suresi, Anlamı, Arapça-Türkçe okunuşu ve Diyanet Meali ve Fazileti

Sâffât suresinin anlamı nedir, ‘Sâffât’ ne demek? Sâffât isminin anlamı ve kökeni nedir? Sâffât suresinin konusu nedir, neden bahsetmektedir? Sâffât suresini okumanın faziletleri nelerdir? Sâffât Suresi neden indirilmiştir? Sâffât Suresinin özellikleri nelerdir? Sâffât Suresi ne zaman ve niçin okunur? İşte Sâffât suresi okumanın fazilet ve faydaları…

Sâffât Suresi Kuran-ı Kerim sure sıralamasına göre 37. suredir. Önceki sure Yasin suresi, sonraki sure ise Sâd Suresidir.

Sâffât Suresi

Hakkında Bilgi

Sâffât Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 182 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “es-Sâffât” kelimesinden almıştır. Sâffât, sıra sıra dizilenler, saf saf duranlar anlamına gelmektedir.

Adını, ilk ayetinde geçen “saffât” kelimesinden almıştır. Saffât, “sıra sıra duranlar” anlamına gelmektedir. Saf tutmuş meleklere işaret eden ve kâinattaki güçlerden söz eden bu sure, Mekke dönenimin ortalarında, En’âm suresinden sonra inmiştir. Sure 182 ayettir.

Mushaftaki resmi sırası itibarıyla 37., iniş tarihine göre ise 56. suredir. İlk üç ayette, saf tutmuş meleklere, bulutları sevk ve idare eden güce, zikri yapan dile yahut insana yemin edilerek Allah’ın bir olduğu gerçeği ortaya konmuştur.

Sâffât Suresi Arapça ve Latin Harf Okunuşu – Türkçe Meali

Bismillâhirrahmânirrahîm

Besmele

Sâffât Suresi 1. Ayet: Ves sâffati saffâ(saffen).
Ve saf bağlayarak (huşû ile Allah’ın huzurunda) saf halinde bulunanlara andolsun.

Sâffât Suresi 2. Ayet: Fez zâcirâti zecrâ(zecran).
Toplayıp sevkedenlere (sağ ve sol kanat velîlerine).

Sâffât Suresi 3. Ayet: Fet tâliyâti zikrâ(zikran).
Zikrederek (Kur’ân) tilâvet edenlere (okuyanlara) (andolsun).

Sâffât Suresi 4. Ayet: İnne ilâhekum le vâhıd(vâhıdun).
Muhakkak ki sizin İlâhınız, mutlaka Tek’tir.

Sâffât Suresi 5. Ayet: Rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ ve rabbul meşârık(meşârıkı).
Göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların Rabbidir. Ve doğuların (da) Rabbidir.

Sâffât Suresi 6. Ayet: İnnâ zeyyennes semâed dunyâ bi zîynetinil kevâkib(kevâkibi).
Muhakkak ki Biz; dünya semasını, yıldızları ziynet kılarak süsledik.

37/SÂFFÂT-7: Ve hıfzan min kulli şeytânin mârid(mâridin).
Ve marid (azgın ve asi) şeytanların hepsinden muhafaza ederek.

37/SÂFFÂT-8: Lâ yessemmeûne ilel meleil a’lâ ve yukzefûne minkulli cânib(cânibin).
Melei A’lâ’ya kulak verip dinleyemezler ve her taraftan atılırlar (kovulurlar).

37/SÂFFÂT-9: Duhûran ve lehum azâbun vâsib(vâsibun).
Kovulmuş olarak, onlar için kesilmeyen sürekli azap vardır.

37/SÂFFÂT-10: İllâ men hatıfel hatfete fe etbeahu şihâbun sâkib(sâkibun).
Ancak kim bir söz kapıp kaçarsa, o taktirde kayıp giden yakıcı bir alev onu takip eder (ona ulaşır, yok eder).

37/SÂFFÂT-11: Festeftihim e hum eşeddu halkan em men halaknâ, innâ halaknâhum min tînin lâzib(lâzibin).
Hayır, onlardan fetva iste (sor): “Onlar mı yaratılış bakımından daha kuvvetli, yoksa Bizim (diğer) yarattıklarımız mı?” Muhakkak ki Biz, onları yapışkan nemli topraktan yarattık.

37/SÂFFÂT-12: Bel acibte ve yesharûn(yesharûne).
Evet, sen hayret ettin ve onlar (ise) alay ediyorlar.

37/SÂFFÂT-13: Ve izâ zukkirû lâ yezkurûn(yezkurûne).
Ve (onlara) hatırlatılınca (anlatılınca) tezekkür etmezler (dinleyip hükme varamazlar).

37/SÂFFÂT-14: Ve izâ raev âyeten yesteshırûn(yesteshırûne).
Ve bir âyet (mucize) gördükleri zaman alay ederler.

37/SÂFFÂT-15: Ve kâlû in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
Ve: “Bu sadece apaçık bir sihirdir.” dediler (derler).

37/SÂFFÂT-16: E izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâmen e innâ le meb’ûsûn(meb’ûsûne).
Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz, mutlaka beas edilenler (diriltilenler) mi olacağız?

37/SÂFFÂT-17: E ve âbâunel evvelûn(evvelûne).
Ve evvelki babalarımız (atalarımız) da mı?

37/SÂFFÂT-18: Kul neam ve entum dâhırûn(dâhırûne).
“Evet ve siz (yeniden yaratıldığınız zaman) hor ve hakir olacaklarsınız.” de.

37/SÂFFÂT-19: Fe innemâ hiye zecretun vâhıdetun fe izâ hum yenzurûn(yenzurûne).
İşte o, sadece tek bir çığlıktır. Onlar işte o zaman (diriltilince) bakacaklar (görecekler).

37/SÂFFÂT-20: Ve kâlû yâ veylenâ hâzâ yevmud dîn(dîni).
“Ve eyvahlar olsun bize, (işte) bu dîn günüdür.” dediler.

37/SÂFFÂT-21: Hâzâ yevmul faslillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
(İşte) bu tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz fasıl (haklıyı haksızdan ayırma, hüküm verme) günüdür.

37/SÂFFÂT-22: Uhşurûllezîne zalemû ve ezvâcehum ve mâ kânû ya’budûn(ya’budûne).
Zulmedenleri ve onların eşlerini (zevcelerini) haşredin (biraraya toplayın)! Ve onların tapmış oldukları şeyleri (de).

37/SÂFFÂT-23: Min dûnillâhi fehdûhum ilâ sırâtıl cahîm(cahîmi).
Allah’tan başka (taptıkları). Artık onları cahîm (cehennem) yoluna hidayet edin (ulaştırın).

37/SÂFFÂT-24: Vakıfûhum innehum mes’ûlûn(mes’ûlûne).
Artık onları tevkif edin (tutuklayın). Muhakkak ki onlar, mesuldürler (sorumludurlar).

37/SÂFFÂT-25: Mâ lekum lâ tenâsarûn(tenâsarûne).
Size ne oldu ki yardımlaşmıyorsunuz.

37/SÂFFÂT-26: Bel humul yevme musteslimûn(musteslimûne).
Hayır, onlar bugün teslim olanlardır.

37/SÂFFÂT-27: Ve akbele ba’duhum alâ ba’dın yetesâelûn(yetesâelûne).
Ve karşılıklı yönelip birbirlerine (hesap) sorarlar.

37/SÂFFÂT-28: Kâlû innekum kuntum te’tûnenâ anil yemîn(yemîni).
“Gerçekten siz bize, sağ taraftan (Allah taraftarıymış gibi) geliyordunuz.” dediler (derler).

37/SÂFFÂT-29: Kâlû bel lem tekûnû mû’minîn(mû’minîne).
“Hayır, siz mü’min olmamıştınız (Allah’a ulaşmayı dilememiştiniz).” dediler (derler).

37/SÂFFÂT-30: Ve mâ kâne lenâ aleykum min sultân(sultânin), bel kuntum kavmen tâgîn(tâgîne).
Ve bizim, sizin üzerinizde bir sultanlığımız, hükümranlığımız olmadı (yoktu). Hayır siz azgın bir kavim olmuştunuz.

37/SÂFFÂT-31: Fe hakka aleynâ kavlu rabbinâ innâ le zâıkûn(zâıkûne).
Artık Rabbimizin (azap) sözü üzerimize hak oldu. Muhakkak ki biz, onu (azabı) mutlaka tadacak olanlarız.

37/SÂFFÂT-32: Fe agveynâkum innâ kunnâ gâvîn(gâvîne).
Evet, sizi biz azdırdık. Gerçekten biz azgınlar olmuştuk.

37/SÂFFÂT-33: Fe innehum yevme izin fîl azâbi muşterikûn(muşterikûne).
İşte muhakkak ki onlar, izin günü azapta ortak olanlardır.

37/SÂFFÂT-34: İnnâ kezâlike nef’alu bil mucrimîn(mucrimîne).
Gerçekten Biz, mücrimlere (suçlulara) işte böyle yaparız.

37/SÂFFÂT-35: İnnehum kânû izâ kîle lehum lâ ilâhe illallâhu yestekbirûn(yestekbirûne).
Onlara: “Allah’tan başka İlâh yoktur.” denildiği zaman, onlar mutlaka kibirleniyorlardı.

37/SÂFFÂT-36: Ve yekûlûne e innâ le târikû âlihetinâ li şâirin mecnûn(mecnûnin).
Ve onlar: “Mecnun (deli) bir şair için, gerçekten biz, ilâhlarımızı terkedenler mi olacağız?” diyorlar(dı).

37/SÂFFÂT-37: Bel câe bil hakkı ve saddakal murselîn(murselîne).
Hayır, o hakkı getirdi. Ve mürselleri (gönderilmiş olan resûlleri) tasdik etti.

37/SÂFFÂT-38: İnnekum le zâikûl azâbil elîm(elîmi).
Muhakkak ki siz, elîm azabı mutlaka tadacak olanlarsınız.

37/SÂFFÂT-39: Ve mâ tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve yapmış olduklarınızdan başka bir şeyle cezalandırılmazsınız.

37/SÂFFÂT-40: İllâ ibâdallâhil muhlesîn(muhlesîne).
Allah’ın muhlis (halis) kulları hariç.

37/SÂFFÂT-41: Ulâike lehum rizkun ma’lûm(ma’lûmun).
İşte onlar; onlar için malûm (bilinen) bir rızık vardır.

37/SÂFFÂT-42: Fevâkih(fevâkihu), ve hum mukremûn(mukremûne).
Ve meyveler, onlar ikram olunanlardır.

37/SÂFFÂT-43: Fî cennâtin naîm(naîmi).
Naîm cennetlerinde.

37/SÂFFÂT-44: Alâ sururin mutekâbilîn(mutekâbilîne).
Karşılıklı tahtlar üzerinde.

37/SÂFFÂT-45: Yutâfu aleyhim bi ke’sin min maîn(maînin).
Onların etrafında akan sudan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır.

37/SÂFFÂT-46: Beydâe lezzetin liş şâribîn(şâribîne).
Berrak, içenler için lezzetli.

37/SÂFFÂT-47: Lâ fîhâ gavlun ve lâ hum anhâ yunzefûn(yunzefûne).
Onun içinde aklı gideren bir şey yoktur. Ve onlar, ondan (o maiden) sarhoş olmazlar.

37/SÂFFÂT-48: Ve indehum kâsırâtut tarfı în(înun).
Ve onların yanında, bakışlarını saklayan (sadece onlara çeviren) güzel gözlü kadınlar vardır.

37/SÂFFÂT-49: Ke enne hunne beydun meknûn(meknûnun).
Onlar muhafaza edilmiş (el değmemiş) yumurta gibidir.

37/SÂFFÂT-50: Fe akbele ba’duhum alâ ba’dın yetesâelûn(yetesâelûne).
Bundan sonra, karşılıklı yönelip birbirlerine sorarlar.

37/SÂFFÂT-51: Kâle kâilun minhum innî kâne lî karîn(karînun).
Onlardan konuşan birisi: “Gerçekten benim bir yakınım vardı.” dedi (der).

37/SÂFFÂT-52: Yekûlu e inneke le minel musaddikîn(musaddikîne).
“Sen gerçekten (tekrar dirilmeyi) tasdik edenlerden misin?” dedi.

37/SÂFFÂT-53: E izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâmen e innâ le medînûn(medînûne).
Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz mutlaka cezalandırılacak olanlar mıyız?

37/SÂFFÂT-54: Kâle hel entum muttaliûn(muttaliûne).
“Siz muttali olanlar mısınız (onun halini yakînen bilenler misiniz)?” dedi.

37/SÂFFÂT-55: Fettalea fe reâhu fî sevâil cahîm(cahîmi).
O zaman (onun haline) muttali oldu. Ve böylece onu ateşin ortasında gördü.

37/SÂFFÂT-56: Kâle tallâhi in kidte le turdîn(turdîne).
“Allah’a yemin olsun ki, sen az daha beni de gerçekten helâk edecektin?” dedi.

37/SÂFFÂT-57: Ve lev lâ ni’metu rabbî le kuntu minel muhdarîn(muhdarîne).
Ve eğer Rabbimin ni’meti olmasaydı, mutlaka ben de (cehennemde yanmak üzere) hazır bulundurulanlardan olurdum.

37/SÂFFÂT-58: E fe mâ nahnu bi meyyitîn(meyyitîne).
Artık biz (bir daha) ölecek değiliz, öyle değil mi?

37/SÂFFÂT-59: İllâ mevtetenel ûlâ ve mâ nahnu bi muazzebîn(muazzebîne).
Bizim ilk ölümümüz hariç. Ve biz azap görecek olanlar (da) değiliz.

37/SÂFFÂT-60: İnne hâzâ le huvel fevzul azîm(azîmu).
Muhakkak ki bu gerçekten fevzül azîmdir (en büyük kurtuluştur).

37/SÂFFÂT-61: Li misli hâzâ fel ya’melil âmilûn(âmilûne).
Artık amel edenler, bunun (fevzül azîm hedefine ulaşmak) için çalışsınlar.

37/SÂFFÂT-62: E zâlike hayrun nuzulen em şeceretuz zakkûm(zakkûmi).
Nüzul (Allah’tan indirilen karşılık) olarak bu mu yoksa zakkum ağacı mı daha hayırlı?

37/SÂFFÂT-63: İnnâ cealnâhâ fitneten liz zâlimîn(zâlimîne).
Muhakkak ki Biz, onu (zakkum ağacını) zalimler için fitne (imtihan) kıldık.

37/SÂFFÂT-64: İnnehâ şeceretun tahrucu fî aslil cahîm(cahîmi).
Muhakkak ki o (zakkum ağacı), cahîmin (cehennemin) dibinde çıkan bir ağaçtır.

37/SÂFFÂT-65: Tal’uhâ ke ennehu ruûsuş şeyâtîn(şeyâtîni).
Onun meyveleri şeytanların başları gibidir.

37/SÂFFÂT-66: Fe innehum le âkilûne minhâ fe mâliûne min hel butûn(butûni).
Muhakkak ki onlar, mutlaka ondan (zakkum ağacından) yiyecek, böylece onunla karınlarını dolduracak (doyuracak) olanlardır.

37/SÂFFÂT-67: Summe inne lehum aleyhâ le şevben min hamîm(hamîmin).
Sonra da muhakkak ki onlar için onun üstüne, mutlaka hamim (kaynar su) karıştırılmış (içecek) vardır.

37/SÂFFÂT-68: Summe inne merciahum le ilel cahîm(cahîmi).
Sonra muhakkak ki onların mercileri (dönüşleri), kesinlikle cehennemedir.

37/SÂFFÂT-69: İnnehum elfev âbâehum dâllîne.
Muhakkak ki onlar, babalarını (atalarını) dalâlette buldular.

37/SÂFFÂT-70: Fe hum alâ âsârihim yuhreûn(yuhreûne).
Onlar, onların (babalarının) izleri üzerinde koşuyorlar(dı).

37/SÂFFÂT-71: Ve lekad dalle kablehum ekserul evvelîn(evvelîne).
Andolsun ki, onlardan önce, evvelkilerin çoğu (da) dalâlette idiler.

37/SÂFFÂT-72: Ve lekad erselnâ fî him munzirîn(munzirîne).
Ve andolsun ki, onlara nezirler (uyarıcılar) gönderdik.

37/SÂFFÂT-73: Fanzur keyfe kâne âkibetul munzerîn(munzerîne).
O zaman uyarılanların akıbetleri nasıl oldu, bak!

37/SÂFFÂT-74: İllâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne).
Ancak Allah’ın muhlis kulları hariç.

37/SÂFFÂT-75: Ve lekad nâdânâ nûhun fe le ni’mel mucîbûn(mucîbûne).
Ve andolsun ki Nuh (A.S), Bize nida etti. İşte duasına icabet edilenler gerçekten ne güzel (ne güzel bir durumdadırlar).

37/SÂFFÂT-76: Ve necceynâhu ve ehlehu minel kerbil azîm(azîmi).
Ve O’nu (Hz. Nuh’u) ve O’nun ailesini kerbil azîmden (büyük üzüntüden) kurtardık.

37/SÂFFÂT-77: Ve cealnâ zurriyyetehu humul bâkîn(bâkîne).
Ve O’nun (Nuh A.S’ın) zürriyetini (kıyâmete kadar) bâki kalanlardan kıldık.

37/SÂFFÂT-78: Ve tereknâ aleyhi fîl âhirîn(âhirîne).
Ve sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık.

37/SÂFFÂT-79: Selâmun alâ nûhın fîl âlemîn(âlemîne).
Âlemler içinde Nuh (A.S)’a selâm olsun.

37/SÂFFÂT-80: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

37/SÂFFÂT-81: İnnehu min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki o, Bizim mü’min (Allah’a ulaşmayı dileyip bütün makamları kazanan) kullarımızdandır.

37/SÂFFÂT-82: Summe agraknel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini (suda) boğduk.

37/SÂFFÂT-83: Ve inne min şîatihî le ibrâhîm(ibrâhîme).
Ve muhakkak ki, onun dîninden olanlardan (önemli biri de) İbrâhîm (A.S)’dır.

37/SÂFFÂT-84: İz câe rabbehu bi kalbin selîm(selîmin).
O, Rabbine selîm bir kalp ile gelmişti.

37/SÂFFÂT-85: İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâzâ ta’budûn(ta’budûne).
Babasına ve kavmine: “Nedir bu sizin taptıklarınız?” demişti.

37/SÂFFÂT-86: E ifken âliheten dûnallâhi turîdûn(turîdûne).
İftira ederek mi (Allah’a karşı yalan söyleyerek mi) Allah’tan başka ilâhlar istiyorsunuz?

37/SÂFFÂT-87: Fe mâ zannukum bi rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi hakkında sizin zannınız nedir?

37/SÂFFÂT-88: Fe nazara nazraten fîn nucûm(nucûmi).
Sonra yıldızlara nazar ederek baktı.

37/SÂFFÂT-89: Fe kâle innî sakîm(sakîmun).
Bunun üzerine “Ben gerçekten hastayım.” dedi.

37/SÂFFÂT-90: Fe tevellev anhu mudbirîn(mudbirîne).
Bunun üzerine ona arkalarını dönüp gittiler.

37/SÂFFÂT-91: Ferâga ilâ âlihetihim fe kâle e lâ te’kulûn(te’kulûne).
Onların ilâhları ile ilgilendi ve: “Yani (siz yemek) yemiyor musunuz?” dedi.

37/SÂFFÂT-92: Mâ lekum lâ tentıkûn(tentıkûne).
Yoksa siz konuşmuyor musunuz?

37/SÂFFÂT-93: Ferâga aleyhim darben bil yemîn(yemîni).
Sağ eliyle vurarak onları devirdi (kırdı).

37/SÂFFÂT-94: Fe akbelû ileyhi yeziffûn(yeziffûne).
Bunun üzerine hızlı hızlı koşarak karşısına dikildiler.

37/SÂFFÂT-95: Kâle e ta’budûne mâ tenhıtûn(tenhıtûne).
(İbrâhîm A.S): “Siz yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” dedi.

37/SÂFFÂT-96: Vallâhu halakakum ve mâ ta’melûn(ta’melûne).
Ve (oysaki) sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah yarattı.

37/SÂFFÂT-97: Kâlûbnû lehu bunyânen fe elkûhu fîl cahîm(cahîmi).
“Onun için yüksek binalar (mancınık) inşa edin. Sonra da onu alevlerle yanan ateşin içine atın!” dediler.

37/SÂFFÂT-98: Fe erâdû bihî keyden fe cealnâ humul esfelîn(esfelîne).
Sonra ona tuzak hazırlamak istediler. Bunun üzerine onları esfelîn (en çok sefil olanlar) kıldık.

37/SÂFFÂT-99: Ve kâle innî zâhibun ilâ rabbî seyehdîn(seyehdîni).
“Ve muhakkak ki ben, Rabbime ulaşan olacağım. O, beni hidayete erdirecek.” dedi.

37/SÂFFÂT-100: Rabbi heb lî mines sâlihîn(sâlihîne).
Rabbim, bana salihlerden (evlâtlar) bağışla.

37/SÂFFÂT-101: Fe beşşernâhu bi gulâmin halîm(halîmin).
Böylece onu, halim bir oğulla müjdeledik.

37/SÂFFÂT-102: Fe lemmâ belega meahus sa’ye kâle yâ buneyye innî erâ fîl menâmi ennî ezbehuke fanzur mâzâ terâ, kâle yâ ebetif’al mâ tû’meru setecidunî inşâallâhu mines sâbirîn(sâbirîne).
Böylece onunla beraber çalışma çağına eriştiği zaman dedi ki: “Ey oğulcuğum! Gerçekten ben, uykuda seni boğazladığımı gördüm. Haydi bak (bir düşün). Bu konudaki görüşün nedir?” (İsmail A.S): “Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.

37/SÂFFÂT-103: Fe lemmâ eslemâ ve tellehu lil cebîn(cebîni).
Böylece ikisi de (Allah’a) teslim olunca, (İbrâhîm A.S) onu alnı üzerine yatırdı.

37/SÂFFÂT-104: Ve nâdeynâhu en yâ ibrâhîm(ibrâhîmu).
Ve ona “Ey İbrâhîm!” diye nida ettik (seslendik).

37/SÂFFÂT-105: Kad saddakter ru’yâ, innâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Sen rüyaya sadık kaldın (yerine getirdin). Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

37/SÂFFÂT-106: İnne hâzâ le huvel belâul mubîn(mubînu).
Muhakkak ki bu, kesin olarak apaçık bir imtihandır.

37/SÂFFÂT-107: Ve fedeynâhu bi zibhın azîm(azîmin).
Ve ona büyük bir kurbanı fidye (oğluna karşı bedel olarak) verdik.

37/SÂFFÂT-108: Ve tereknâ aleyhi fîl âhirîn(âhirîne).
Sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık.

37/SÂFFÂT-109: Selâmun alâ ibrâhîm(ibrâhîme).
İbrâhîm (A.S)’a selâm olsun.

37/SÂFFÂT-110: Kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

37/SÂFFÂT-111: İnnehu min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki o, Bizim mü’min (Allah’a ulaşmayı dileyip bütün makamları kazanan) kullarımızdandır.

37/SÂFFÂT-112: Ve beşşernâhu bi ishâka nebiyyen mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve Biz, onu salihlerden bir Nebî (Peygamber) olan İshak ile müjdeledik.

37/SÂFFÂT-113: Ve bâreknâ aleyhi ve alâ ishâk(ishâka), ve min zurriyyetihimâ muhsinun ve zâlimun li nefsihi mubîn(mubînun).
Ve O’na (Hz. İbrâhîm’e) ve İshak’a bereket verdik (mübarek kıldık). Ve ikisinin zürriyetinden muhsin olan (da), nefsine apaçık zulmeden (de) var.

37/SÂFFÂT-114: Ve lekad menennâ alâ mûsâ ve hârûn(hârûne).
Ve andolsun ki Musa (A.S)’ı ve Harun (A.S)’ı ni’metlendirdik.

37/SÂFFÂT-115: Ve necceynâ humâ ve kavme humâ minel kerbil azîm(azîmi).
Ve ikisini ve onların kavimlerini kerbil azîmden (büyük üzüntüden) kurtardık.

37/SÂFFÂT-116: Ve nasarnâhum fe kânû humul gâlibîn(gâlibîne).
Ve onlara yardım ettik. Böylece gâlip gelenler onlar oldu.

37/SÂFFÂT-117: Ve âteynâ humel kitâbel mustebîn(mustebîne).
Ve ikisine (hakikati) açıklayan kitabı verdik.

37/SÂFFÂT-118: Ve hedeynâ humes sırâtal mustekîm(mustekîme).
Ve ikisini (de) Sıratı Mustakîm’e hidayet ettik (ulaştırdık).

37/SÂFFÂT-119: Ve tereknâ aleyhimâ fîl âhirîn(âhirîne).
Ve sonrakiler arasında ikisine (şerefli bir anı) bıraktık.

37/SÂFFÂT-120: Selâmun alâ mûsâ ve hârûn(hârûne).
Musa (A.S)’a ve Harun (A.S)’a selâm olsun.

37/SÂFFÂT-121: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

37/SÂFFÂT-122: İnne humâ min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki ikisi (de) Bizim mü’min (Allah’a ulaşmayı dileyip bütün makamları kazanan) kullarımızdandır.

37/SÂFFÂT-123: Ve inne ilyâse le minel murselîn(murselîne).
Ve muhakkak ki İlyas (A.S), mutlaka gönderilen (resûl)lerdendir.

37/SÂFFÂT-124: İz kâle li kavmihî e lâ tettekûn(tettekûne).
(İlyas A.S) kavmine: “Siz takva sahibi olmayacak mısınız?” demişti.

37/SÂFFÂT-125: Eted’ûne ba’len ve tezerûne ahsenel hâlikîn(hâlikîne).
Siz (bir put olan) Ba’le mi tapıyorsunuz? Ve Yaratıcılar’ın En Güzeli’ni (Allah’ı) terk mi ediyorsunuz (vaz mı geçiyorsunuz)?

37/SÂFFÂT-126: Allâhe rabbekum ve rabbe âbâikumul evvelîn(evvelîne).
Allah, sizin ve evvelki babalarınızın (atalarınızın) Rabbidir.

37/SÂFFÂT-127: Fe kezzebûhu fe inne hum le muhdarûn(muhdarûne).
Fakat onu yalanladılar. Bu sebeple muhakkak ki onlar, gerçekten (cehennemde) hazır bulundurulacak olanlardır.

37/SÂFFÂT-128: İllâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne).
Allah’ın muhlis kulları hariç.

37/SÂFFÂT-129: Ve tereknâ aleyhi fîl âhirîn(âhirîne).
Ve sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık.

37/SÂFFÂT-130: Selâmun alâ ilyâsîn(ilyâsîne).
İlyas (A.S)’a selâm olsun.

37/SÂFFÂT-131: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

37/SÂFFÂT-132: İnnehu min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki o, Bizim mü’min (Allah’a ulaşmayı dileyip bütün makamları kazanan) kullarımızdandır.

37/SÂFFÂT-133: Ve inne lûtan le minel murselîn(murselîne).
Ve muhakkak ki Lut (A.S), gerçekten gönderilmiş olan resûllerdendir.

37/SÂFFÂT-134: İz necceynâhu ve ehlehû ecmaîn(ecmaîne).
Onu ve onun ailesini, hepsini kurtarmıştık.

37/SÂFFÂT-135: İllâ acûzen fîl gâbirîn(gâbirîne).
Geride kalanlar arasında acuze bir kadın hariç.

37/SÂFFÂT-136: Summe demmernel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini dumura uğrattık (kökünü kazıdık, yok ettik).

37/SÂFFÂT-137: Ve innekum le temurrûne aleyhim musbihîn(musbihîne).
Ve muhakkak ki siz, sabahları onlara mutlaka uğruyorsunuz.

37/SÂFFÂT-138: Ve bil leyl(leyli), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve geceleyin de. Hâlâ akıl etmez misiniz?

37/SÂFFÂT-139: Ve inne yûnuse le minel murselîn(murselîne).
Ve muhakkak ki Yunus (A.S), gerçekten gönderilmiş (resûl)lerdendir.

37/SÂFFÂT-140: İz ebeka ilel fulkil meşhûn(meşhûni).
O (Yunus A.S) dolu bir gemiye (gemi ile) kaçmıştı.

37/SÂFFÂT-141: Fe sâheme fe kâne minel mudhadîn(mudhadîne).
Böylece kur’a çekti. Sonunda kaybedenlerden oldu.

37/SÂFFÂT-142: Feltekamehul hûtu ve huve mulîm(mulîmun).
Onu (Yunus A.S’ı) hemen bir balık yuttu. O, levmedilen biriydi (kendi kendini kınıyordu).

37/SÂFFÂT-143: Fe lev lâ ennehu kâne minel musebbihîn(musebbihîne).
Eğer o gerçekten tesbih edenlerden olmasaydı.

37/SÂFFÂT-144: Le lebise fî batnihî ila yevmi yub’asûn(yub’asûne).
Muhakkak ki o, beas gününe (kıyâmet gününe) kadar onun (balığın) karnında kalırdı.

37/SÂFFÂT-145: Fe nebeznâhu bil arâi ve huve sakîm(sakîmun).
Bunun üzerine onu, bitkin (hasta) bir halde boş bir alana (sahile) attık.

37/SÂFFÂT-146: Ve enbetnâ aleyhi şecereten min yaktîn(yaktînin).
Ve onun üzerine (gölgelik olarak) kabak cinsinden (geniş yapraklı) bir ağaç bitirdik (yetiştirdik).

37/SÂFFÂT-147: Ve erselnâhu ilâ mieti elfin ev yezîdûn(yezidûne).
Ve onu yüz bin veya daha fazla (kişiye), (resûl olarak) gönderdik.

37/SÂFFÂT-148: Fe âmenû fe metta’nâhum ilâ hîn(hînin).
Böylece âmenû oldular (Allah’a ulaşmayı dilediler). Bunun üzerine onları bir süre kadar metalandırdık (faydalandırdık).

37/SÂFFÂT-149: Festeftihim e li rabbikel benâtu ve lehumul benûn(benûne).
Haydi, onlardan fetva (açıklama) iste: “Kızlar Rabbinin de oğlanlar onların mı?”

37/SÂFFÂT-150: Em halaknel melâikete inâsen ve hum şâhidûn(şâhidûne).
Yoksa melekleri, Biz dişi olarak yarattık da onlar şahit mi oldular?

37/SÂFFÂT-151: E lâ innehum min ifkihim le yekûlûn(yekûlûne).
Yalanlarından dolayı mutlaka (şöyle, şöyle) diyenler kesinlikle onlar değil mi?

37/SÂFFÂT-152: Veledallâhu ve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
“Allah doğurdu.” Muhakkak ki onlar, kesinlikle yalan söyleyenlerdir.

37/SÂFFÂT-153: Astafel benâti alel benîn(benîne).
(Allah), kızları oğlanlara tercih (mi) etti?

37/SÂFFÂT-154: Mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne).
Size ne oluyor? Nasıl (böyle) hüküm veriyorsunuz?

37/SÂFFÂT-155: E fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hâlâ tezekkür etmeyecek misiniz?

37/SÂFFÂT-156: Em lekum sultânun mubîn(mubînun).
Yoksa sizin apaçık bir sultanınız (deliliniz) mi var?

37/SÂFFÂT-157: Fe’tû bi kitâbikum in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Eğer siz sadıklardansanız, o taktirde kitabınızı getirin.

37/SÂFFÂT-158: Ve cealû beynehu ve beynel cinneti nesebâ(neseben), ve lekad alimetil cinnetu innehum le muhdarûn(muhdarûne).
Ve Allah ile cinler arasında neseb (soybağı) kıldılar (uydurdular). Ve andolsun ki cinler, (cehennemde) mutlaka hazır bulundurulacaklarını biliyorlardı.

37/SÂFFÂT-159: Subhânallâhi ammâ yasifûn(yasifûne).
Allah, onların vasıflandırmalarından (zanlarından) Sübhan’dır (münezzehtir).

37/SÂFFÂT-160: İllâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne).
Allah’ın muhlis kulları hariç.

37/SÂFFÂT-161: Fe innekum ve mâ ta’budûn(ta’budûne).
Bundan sonra muhakkak ki siz ve sizin taptıklarınız.

37/SÂFFÂT-162: Mâ entum aleyhi bi fâtinîn(fâtinîne).
Onun (Allah’ın) aleyhinde, kimseyi fitneye düşürecek değilsiniz (düşüremezsiniz).

37/SÂFFÂT-163: İllâ men huve sâlil cahîm(cahîmi).
Ama cehenneme girecek olanlar hariç.

37/SÂFFÂT-164: Ve mâ minnâ illâ lehu makâmun ma’lûm(ma’lûmun).
Ve bizden (hiç) kimse yoktur ki, onun bilinen bir makamı olmasın.

37/SÂFFÂT-165: Ve innâ le nahnus sâffûn(sâffûne).
Ve muhakkak ki biz, mutlaka (Allah’ın huzurunda) saf saf duranlarız.

37/SÂFFÂT-166: Ve innâ le nahnul musebbihûn(musebbihûne).
Ve muhakkak ki biz, mutlaka (Allah’ı) tesbih edenleriz.

37/SÂFFÂT-167: Ve in kânû le yekûlûn(yekûlûne).
Ve onlar mutlaka, sadece (şöyle) diyorlardı.

37/SÂFFÂT-168: Lev enne indenâ zikren minel evvelîn(evvelîne).
Keşke bizim yanımızda (elimizde) evvelkilere verilenlerden bir zikir (bir kitap) olsaydı.

37/SÂFFÂT-169: Le kunnâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne).
(O zaman) mutlaka biz, Allah’ın muhlis kullarından olurduk.

37/SÂFFÂT-170: Fe keferû bih(bihî), fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
Buna rağmen O’nu (Zikri: Kur’ân-ı Kerim’i) inkâr ettiler. Fakat yakında bilecekler.

37/SÂFFÂT-171: Ve lekad sebekat kelimetunâ li ibâdinel murselîn(murselîne).
Ve andolsun ki gönderilen kullarımız için Bizim (daha önce) bir sözümüz geçti (onlara söz vermiştik).

37/SÂFFÂT-172: İnnehum le humul mensûrûn(mensûrûne).
Muhakkak ki onlar, mutlaka yardım edilecek olanlardır.

37/SÂFFÂT-173: Ve inne cundenâ le humul gâlibûn(gâlibûne).
Ve muhakkak ki gâlip gelecek olanlar, mutlaka Bizim ordularımızdır.

37/SÂFFÂT-174: Fe tevelle anhum hattâ hîn(hînin).
Artık bir süre kadar onlardan yüz çevir.

37/SÂFFÂT-175: Ve ebsirhum fe sevfe yubsirûn(yubsirûne).
Ve onları gözle! Yakında onlar da görecekler.

37/SÂFFÂT-176: E fe bi azâbinâ yesta’cilûn(yesta’cilûne).
Hâlâ azabımızı acele olarak mı istiyorlar?

37/SÂFFÂT-177: Fe izâ nezele bisâhatihim fe sâe sabâhul munzerîn(munzerîne).
Onların sahasına (bulundukları yere) (azap) indiği zaman, işte (o gün) uyarılanların sabahı (ne kadar) kötü oldu (olacak).

37/SÂFFÂT-178: Ve tevelle anhum hattâ hîn(hînin).
Ve bir süre kadar onlardan yüz çevir.

37/SÂFFÂT-179: Ve ebsir fe sevfe yubsirûn(yubsırûne).
Ve gözle! Yakında onlar da görecekler.

37/SÂFFÂT-180: Subhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yasifûn(yasifûne).
Senin izzet sahibi Rabbin onların vasıflandırmalarından (zanlarından) Sübhan’dır (münezzehtir).

37/SÂFFÂT-181: Ve selâmun alel murselîn(murselîne).
Ve gönderilen resûllere selâm olsun.

Sâffât Suresi 182. Ayet: Vel hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

İlgili Diğer Konular

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün