Biyografiİslam Alimleri

Cabir Bin Abdullah Kimdir? Kısaca Hayatı

İkinci Akabe Biatı’na katılan Medinelilerden, son vefat eden sahâbî Cabir Bin Abdullah Kimdir? Kısaca hayatı hadis rivayetleri ve ölümü, kabri

İkinci Akabe Biatı’na katılan Medinelilerden, son vefat eden sahâbî Cabir Bin Abdullah Kimdir? Kısaca hayatı ve biyografisi, hadis rivayetleri ve ölümü, kabri

Cabir Bin Abdullah (R.A) – (607-697)

Cabir Bin Abdullah (radıyallahu anh) Kimdir?

Câbir b. Abdullah (r.a.), binden fazla hadis rivayet eden müksirûn sahâbîlerden biridir.

Hicretten on altı yıl evvel 607 yılında Medine’de doğmuştur. Uhud Savaşı’nda şehit düşen ilk sahabe Abdullah bin Amr bin Harâm’ın oğlu olan Cabir, daha çok Ebu Abdurrahman ve Ebu Muhammed lakaplarıyla tanınır. Künyesi;  Ebu Abdullah Cabir bin Abdullah bin Amr bin Harâm el-Ensari’dir. Annesi kadın sahabelerden Enise binti Aneme‘dir.

Cabir Bin Abdullah (r.a) Hayatı

622 yılında gerçekleşen İkinci Akabe Biatı’na babasıyla birlikte katılan Cabir, yetmiş kişiden müteşekkil gurubun en küçük ferdi idi. Uhud Savaşı’nda babası şehit düşene kadar savaşlara katılamadı. Yaşının küçüklüğünden dolayı savaşlara katılmasına izin verilmeyip, evde bırakıldı ve kız kardeşlerine bakmakla görevlendirildi. Uhud Savaşı’ndan sonra Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ile birlikte ondokuz savaş ve sefere katılmıştır.

Câbir bin Abdullah, Bedir savaşının gerçekleştiği dönemde, cihada çıkabilecek güç ve yaşta olsa da babası, “Kız kardeşlerinin arasında birimizin kalması lazım. Rasûlullah’la beraber cihada çıkma konusunda seni kendime tercih edemem” diyerek kız kardeşlerine bakması için onu evde alıkoymuştu. Babasının ondan başka da erkek evladı yoktu.

Başka bir rivayette de: “Babam bana mani olduğu için, Bedir ve Uhud’da bulunamadım. Babam şehit edildikten sonra ise hiçbir gazveden geri durmadım. Rasûlullah (s.a.s.), Leyletü’l-Cemel’de yirmi beş defa bana istiğfarda bulundu” demektedir. (İbn Hibbân, Sahîh, Tirmizî, Menâkıb, İbn Hacer, el-İsâbe, II, İbn ‘Asâkir, Târîhu Medîneti Dimaşk)

Câbir bin Abdullah, Peygamber Efendimizin vefatından sonra da Şam’ın fethi dâhil birçok savaş ve sefere katıldı. Hz. Ömer (r.a.) zamanında kavmini temsil etmekle görevlendirildi. Hz. Ali (r.a.) ve Muaviye arasında cereyan eden hadiselerde Hz. Ali’nin tarafını tuttu. Daha sonra Muaviye’nin hilafeti zamanında, Medine halkının biatını sağlamaya gelen, komutanlarından Büsr bin Ebu Ertat, Hz. Cabir’in halkın nezdindeki itibarını bildiğinden evvela Onun biatını sağlamaya çalıştı.

Haccac’ın Mekke ve Medine valiliği zamanında yapılan eziyetlerden kendisi de çok etkilenip eziyet görmesine rağmen ihtilaflara sebep olmaktan titizlikle kaçındı. Halka yaptığı zulümden dolayı, cenaze namazının Haccac tarafından kıldırılmamasını vasiyet ettiği rivayet edilmektedir. Ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybeden mübarek sahabe, 697’de vefat etti.  Cenaze namazı, Hz. Osman’ın (r.a.) oğlu ve aynı zamanda Medine valisi olan Eban bin Osman tarafından kıldırıldı.

Cabir Bin Abdullah (radıyallahu anh) Hadis Rivayetleri

Hz. Cabir en çok hadis rivayet eden sahabelerdendir. Risale-i Nur’da özellikle Mucizat-ı Ahmediye Risalesi’nde rivayet ettiği birçok mucize yer almaktadır. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hizmetinde bulunması, yakın ilgi ve sevgisine mazhar olması gibi sebeplerden dolayı çok sayıda mucizeyi görüp nakletme şerefine nail oldu.

Mesela, önemli bir mucizeyi şöyle nakleder: “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, taş ve ağaca rast geldiği vakit,  ona secde ediyorlardı. Yani, inkıyad edip Esselamü aleyke Ya Resulallah” diyorlardı (Mektubat, s.133).

Dürüstlüğünden asla şüphe edilmediğinden, başta Hz. Ömer (r.a.) olmak üzere bir çok sahabe, tabiin ve hadis alimi Hz. Cabir’in naklettiği hadisleri başkalarından dinleyip teyit etme ihtiyacını hissetmiyorlardı.

En çok hadis rivayet eden sahabelerden olan Cabir bin Abdullah (r.a)

Hadis-i Şeriflerin ve Mucizat-ı Ahmediye’nin neden çok sayıda sahabe tarafından değil de, birkaç kişinin nakliyle geldiği, daha çok Enes, Cabir ve Ebu Hureyre’den gelmesi, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in az rivayette bulunmalarının sebebinin sorulmasına Bediüzzaman Hazretleri şu şekilde cevap vermektedir:

“…Nasıl ki insan bir ilâca muhtaç olsa, bir tabibe gider; hendese için mühendise gider, mühendisten nakleder; mesele-i şer’iye müftüden haber alınır ve hâkezâ… Öyle de, Sahabe içinde, ehâdis-i Nebeviyeyi gelecek asırlara ders vermek için, ulema-i Sahabeden bir kısım, ona mânen muvazzaf idiler, bütün kuvvetleriyle ona çalışıyorlardı. Evet, Hazret-i Ebu Hureyre bütün hayatını hadisin hıfzına vermiş. Hazret-i Ömer siyaset âlemiyle ve hilâfet-i kübrâ ile meşgulmüş. Onun için, ehâdisi ümmete ders vermek için, Ebu Hureyre ve Enes ve Câbir gibi zatlara itimad edip, ondan, rivayeti az ederdi. Hem madem sıddık, sadûk, sadık ve musaddak bir sahabenin meşhur bir namdarı, bir tarikle bir hadiseyi haber verse, yeter denilir, başkasının nakline ihtiyaç da kalmaz. Onun için bazı mühim hadiseler iki üç tarikle geliyor.” (Mektubat, s.132)

Bir hadis alimi olan Hz. Cabir (radıyallahu anh), Peygamber Efendimizin eğitiminden geçip bir çok hadis-i şerifi bizzat müşahede edip nakletti.

1500’den fazla hadis rivayet etti

Rivayet ettiği 1540 hadisi bu yolla, diğerlerini de Hz. Ebu Bekir,  Ömer, Ali, Ebu Ubeyde bin Cerrah gibi sahabelerin ileri gelenlerinden öğrendi. Sadece ravi olmakla yetinmeyip, hadis ilmini tahsil ettiği gibi birçok hadis aliminin de yetişmesine vesile oldu. Öğrendiklerini çevresine de aktarmaktan imtina etmedi. İmam-ı Bakır, Muhammed bin Münkedir, Said bin Mina, Asım bin Ömer bin Katade gibi meşhur alimler talebeleri arasında yer almaktadırlar.

Peygamber Efendimiz, hiçbir zaman ondan yakın ilgi ve alakasını kesmedi. Küçük yaşta babasının şehit düşmesi, yedi kız kardeşine bakmak zorunda kalması, babasından kendisine büyük miktarda borcun intikal etmesi sebebiyle epey sıkıntı çekti. Alacaklıların kapıya dayanıp borçlarını istemeleri ve gelirinin bunu karşılamaktan uzak olması üzerine Peygamber Efendimizden yardım istedi. Hemen imdadına yetişen Resulullah, Cabir’e alacaklıları davet etmesini söyledikten sonra bazı sahabeleriyle birlikte evine gitti.

“… Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti:  ‘Bağın meyvelerini koparınız, harman ediniz.’ Öyle yaptılar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm harman içinde gezdi, dua etti. Sonra Câbir, harmandan pederinin bütün guremâsının (alacaklıların) borçlarını verdikten sonra, yine,  bir senede bağdan gelen mahsulât kadar harmanda kaldı. Bir rivayette, bütün guremâya verdiği kadar kaldı. O hadiseden, borç sahipleri olan Yahudiler çok taaccüp edip hayrette kaldılar.” (Mektubat, s. 117)

Hz. Cabir’in, Peygamber Efendimizin yardımını gördüğü bir başka hadise de şöyledir;

Bir seferinde Hz. Cabir’in devesi yorulup kafilenin gerisine düşmüştü. Çok yorulan deve yürüyecek halde değildi. Bu durumu gören Resul-i Ekrem (s.a.v.) devenin yanına gelerek hafifçe dürtünce devenin durumu tamamen değişti. Bu dürtmeyi iltifat-ı Ahmediye olarak gören deve ani bir çeviklik ve sevinç peyda etti. Öyle bir hal almıştı ki, süratinden dizginleri zapt edilemiyor ve kendisine yetişilemiyordu.

Hz. Cabir, Medine ve çevresinde sevilip sayılan, kahramanlığı ve yakışıklılığı ile bilinen bir kişi olmasına rağmen kendisinden büyük ve dul bir kadınla evlendi. Bakire değil de bir dul kadınla evlendiğini, Peygamber Efendimiz öğrenince sebebini sordu. Yedi tane kız kardeşi olduğunu, onlara bakıp besleyecek, büyütecek tecrübeli birine ihtiyaç olduğunu, bu sebeplerden dolayı dul bir kadınla evlendiğini söyledi. Bu cevap Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hoşuna gitti ve kendisine iltifatta bulundu. Evlendiği kadın Süheyme binti Mesud olup İslam’a büyük hizmetlerde bulunan kadın sahabedir.

“Deve gecesi”

Hanelerini ziyaretlerinden birinde Süheyme, kendisi ve eşi için dua etmesi ricasında bulunması üzerine, Resullullah,“Allah seni ve kocanı mağfiret etsin” şeklinde dua etti. Yine bu haneyi ziyaretlerinden birinde ikram edilen yemeğe yaptığı bereket duası neticesinde çok sayıda sahabe yemek yediği halde eksilmedi.

Kalabalık bir aileye bakmak zorunda olan Cabir, bir sefer esnasında maddi sıkıntı içine düşmüştü. Bunu bilen Peygamber Efendimiz devesini satın almak için pazarlık yaptı. Yolculuğun sona ereceği Medine’de deveyi teslim almak üzere satın altı. Böylece onu yaya kalma mecburiyetinden kurtardığı gibi Medine’ye vardığında da devesini kendisine hediye etti.

“Deve gecesi” diye geçen bu gecede ayrıca Cabir için defalarca mağfiret diledi.

Devesinin uzun hikâyesi ile ilgili, muhtevaları benzer birçok rivayetten brisinde Hz. Câbir şöyle anlatmaktadır:

“Zayıf deveme binerek Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber Zatü’r-Rikâʻ gazvesine çıktım. Sefer dönüşü herkes öne geçmiş ben ise geride kalmıştım. Rasûlullah (s.a.v.) bana yetiştiğinde: “Ey Câbir! Neyin var?” diye sordu. Ben, ‘Ey Allah’ın Resulü, devem beni geri bıraktı’ dedim. Rasûlullah (s.a.v.): ‘Onu çöktür’ dedi. Deveyi çöktürdüm. Rasûlullah (s.a.v.), ‘Elindeki o asanı ver veya ağaçtan bana bir asa kes getir’ dedi. Ben de onun istediğini yaptım. Rasûlullah (s.a.v.) asayı aldı ve onunla deveyi birkaç kez dürttü. Sonra da: ‘bin’ dedi. Ben de bindim. Devem (öyle bir hızlandı ki)

Rasûlullah’ın (s.a.s.) devesiyle yarışır oldu.

Daha sonra Rasûlullah (s.a.s.) ile aramızda şu konuşma geçti: Rasûlullah (s.a.s.): ‘Ey Câbir, bu deveni bana satmaya var mısın?’ Ben: ‘Ya Rasûlullah, isterseniz ben onu size hibe edeyim.’ dedim. ‘Olmaz onu bana sat,’ dedi. Bunun üzerine ben de: ‘Ya Rasûlullah (s.a.s.), o zaman bir fiyat verin.’ dedim. Rasûlullah (s.a.s.), ‘Onu bir dirheme alırım’ dedi.  Ben: ‘olmaz Ya Rasûlullah, öyle zarar ederim’ deyince, ‘Öyleyse iki dirhem olsun.’ buyurdu. Ben, ‘Hayır olmaz’ dedim. O da durmadan fiyatı artırdı ta ki iki okkaya (kırk dirhem) ulaştı. Sonra: ‘Ey Allah’ın Resulü, bu alışverişe gönlünüz razı mı? dedim. Efendimiz (s.a.s.) ‘Evet’ deyince ben, ‘Öyleyse artık o sizin.’ dedim. O da (s.a.s.), ‘Tamam aldım’ dedi…” (Ahmed, Müsned, İbn Hişâm, Sîre, II, 206-207; Buhârî, İstikrâz, 18.)

Câbir b. Abdullah Vefatı

Câbir b. Abdullah (r.a.), ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybetmiştir.

Bir rivayetinde şöyle demektedir: “Beni gözlerimle imtihan edene yemin olsun ki, o gün Rasûlullah’ın parmaklarından su pınarlarının aktığını gördüm. O, herkes abdest alıncaya kadar parmaklarını kaldırmadı.” Başka bir rivayette ise, “Benden gözlerimi alana yemin ederim ki,” diyerek hadisi rivayet etmekte râvî de, Hz. Câbir’in gözlerinden amâ olduğunu beyan etmektedir. (Ahmed, Müsned)

Beşîr b. Selmân da şöyle demektedir: “Abdullah b. Zübeyr katledildiğinde, Haccâc bize geldi, namazı zayi ediyordu. (Yani tehir ediyordu). Muhammed b. Ali ile birlikte (durumu sual etmek için) Hz. Câbir’in yanına geldik. Hz. Câbir’in gözleri kör olmuştu.”  (Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, II, 99; et-Târîhu’l-Evsat, I, 216; el-Mizzî, Cemaluddîn Ebu’l-Haccac  Yusuf,  Tehzîbü’l-Kemâl  fî  Esmâi’r-Ricâl, Müessesetu’r-Risâle,  Beyrut 1994/1415)

Hz. Câbir’in vefat tarihi hakkında Hicrî 60-98 tarihleri arasında farklı tarihler zikredilmiştir. İbnü’l-Esîr ile İbn Abdilber Hicrî 74’ü tercih ederken, Halîfe b. Hayyât Hicrî 68’de vefat ettiğini söylemiştir.

Câbir b. Abdullah’ın hicret sırasında on altı yaşında olduğu, vefat ettiğinde ise doksan dört yaşında olduğu dikkate alındığında Hicrî 78’de vefat ettiği kuvvet kazanmaktadır. Âlimlerin büyük çoğunluğu da, Abdülmelik b. Mervân’ın hilâfeti döneminde, Medine’de hicrî 78’de, doksan dört yaşında vefat ettiğini zikretmişlerdir.

Câbir bin Abdullah ikinci Akabe Biatı’na katılan Medinelilerden, son vefat eden sahâbîdir.

Zehebî’nin naklettiği bir rivayette şu ifadeler yer almaktadır: “Câbir b. Abdullah’ın vefatı üzerine Benû Selime yurdunda (cenazesi için) toplandık. Cenazesi, odasından sedir üzerinde çıkarıldı. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib, sedirin iki direği arasında cenazeyi taşıyordu…” ( Zehebî, Târîh, V, 381)

Câbir b. Abdullah daha hayatta iken, cenaze namazını kendisine ve onun gibi birçok sahâbîye eziyet veren Haccâc’ın kıldırmamasını vasiyet etmişti. Bu nedenle Haccâc, cenazede bulunmuşsa da cenaze namazını Medine valisi Ebân b. Osman, Kubâ’da kıldırmıştır. Ebân, Câbir’e verdiği değeri göstermek için cenazesinin altına bürdesini sermiştir. (Ebu Nu’aym, Ma’rifetu’s-Sahâbe, II, 529-530; İbn Abdilber, el-İstî’âb, s. 115; İbnü’l-Esîr)

Hz. Câbir, hicrî 70’lerde gözlerini kaybetmiş, 94 yaşında iken hicrî 78’de Medine’de vefat etmiştir. Câbir b. Abdullah ikinci Akabe’ye katılanlardan Medine’de vefat edenlerin sonuncusudur.

 

Nukteler.com Facebook’ta

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün